İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku

İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku

İş Sağlığı ve Güvenliği hukuku, temelde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinin esas konusunu oluşturmuştur

İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku

Toplumu düzenleyen kuralar yasaların dışında da değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Bu kurallar, geleneklerden, dini inançlardan, ahlak anlayışından doğmuş olabilirler. Tüm bu kurallardan sadece devletin yaptırım gücüyle donatılmış olanlar hukuk kuralı olma niteliğine kavuşur. Bu anlamda devlet hukuk kuralları koyma gücüyle donatılmış ve kural koyma tekeline sahip tek kurumdur. Devletin koyduğu bu hukuk “pozitif hukuk” olarak adlandırılır. Devlet ya bizzat kural koyarak ya da konulmuş, var olan kuralları tanıyarak hukuku var eder.

Pozitif hukuk kendisini yasa, tüzük, yönetmelik, uluslararası sözleşme gibi yapılış şekilleri, etkileri, yaptırım güçleri ile farklı metinler içerisinde görünür kılar. Hukukun kendisini gösterdiği bu kaynaklar arasında alt norm üst norm ilişkisi söz konusudur. Kural olarak üst norm genel ve soyuttur. Kendisinden sonra gelen art normun geçerliliğini, alt norma göre daha genel ve soyut olan üst norm belirler. Normlar hiyerarşisindeki klasik sıralamaya göre anayasa en üst normdur.

En üst norm olarak anayasa yasaların geçerliliğini belirler. Anayasanın altında yer alan yasalar, anayasaya; yasaların altında yer alan tüzükler anayasa ve yasalara; tüzüklerin altında yer alan yönetmeliklerse tüzüklere ve yasalara dolayısıyla da anayasaya aykırı olamazlar.

Temel insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerle iç hukuk çatıştığında uluslararası sözleşme uygulanacaktır.

Hukukun bir diğer kaynağını oluşturan uluslararası sözleşmelerin normlar hiyerarşisindeki yeri, bu sözleşmelerde tanımlanan hakların hukuki bağlayıcılığı açısından yaşamsal önemdedir ve özel bir konumda bulunmaktadır. Bu konumu ise bizzat anayasa sağlamakta, anayasa getirmiş olduğu düzlenme ile uluslararası sözleşmelerin normlar hiyerarşisindeki yerini belirlemektedir. 1982 Anayasası 90. maddesiyle konuyu netleştirmiştir. Temel insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerle iç hukuk çatıştığında uluslararası sözleşme uygulanacaktır.

Uluslararası Hukuk’ta İş Sağlığı ve Güvenliği

İşçi sağlığı iş güvenliğinin önlemeyi hedeflediği riskler, sağlık, yaşam, çalışma hakkı gibi temel hakları tehdit etmektedir. İşçilerin bu risklerden korunmasında sendika, toplu sözleşme ve grev hakları önemli etkenlerdir. Tüm bu nedenlerle iş sağlığı ve güvenliği Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerinin konusunu oluşturmuştur. ILO sözleşmelerinin yanında sosyal hakları güvence altına alan bir dizi uluslararası sözleşme, doğrudan veya sağlık hakkı, yaşama hakkı, örgütlenme hakkı üzerinden işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin hükümler getirmiştir.

Uluslararası sözleşmelerin uygulanmasının denetimi için oluşturulan kurumların ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları bir diğer hukuki kaynağı oluşturmaktadır. Özellikle Anayasanın 90/4. maddesindeki temel insan haklarına ilişkin sözleşmelerle iç hukukun çatışması halinde uluslararası sözleşmeye üstünlük tanınmasına ilişkin hükümle birlikte, uluslararası hukuk, işçi sağlığı iş güvenliği alanında da temel başvuru kaynaklarından biri haline gelmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü’nde İş Sağlığı ve Güvenliği

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı bir ihtisas kuruluşu olarak 1946 yılında kurulmuştur. Türkiye, 2 Ocak 1948 günü Dünya Sağlık Örgütü kurucu anlaşmasını imzalamış ve 9 Haziran 1949 tarihli ve 5062 sayılı Kanun’la Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nı onaylayarak DSÖ’ye resmen üye olmuştur.

DSÖ işçi sağlığı iş güvenliğini yaşam hakkına bağlı olarak ele almıştır. DSÖ’ne göre, işçi sağlığı sadece bazı hastalıklarla sınırlı bir şekilde ele alınamaz. Sağlık, yaşamın bir amacı değil, günlük yaşamın kaynağı sayılmalıdır. Sağlık konusunda amaç, kaliteli yaşamın sağlanması olmalıdır. Sağlıklı yaşamla çalışma koşulları arasında doğrudan bir etkileşim vardır.”Siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel, davranışsal ve nihayet biyolojik faktörler, sağlık üzerinde olumlu ya da olumsuz yönde etki yaratabilecektir.”

169 DSÖ’nün bu saptamasından işçi sağlığı iş güvenliğinin gerçekleştirilmesinin aynı zamanda işçileri olumsuz olarak etkileyen siyasal, ekonomik, kültürel, çevresel, davranışsal ve biyolojik faktörlerin iyileştirilmesine bağlı olduğu sonucu çıkmaktadır. Dolayısıyla yaşam hakkına bağlı olarak ele alınan sağlık, toplumsal yaşamın getirdiği tüm risklerin olası etkileri içerisinde bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır.

Nitekim “Avrupa Adalet Divanı, 1996 tarihli bir kararında, Dünya Sağlık Örgütü̈ Anayasası’ndaki, sağlık kavramını esas alarak, Roma Antlaşması’nın 137. maddesinde yer alan, “çalışma ortamı”, “güvenlik” ve “sağlık” kavramlarının; çok dar değil, işyerinde işçilerin sağlık ve güvenliklerini tehdit eden tüm faktörleri kavrayacak anlamıyla kabul edilmelidir” denmiştir

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde İş Sağlığı ve Güvenliği

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 3. maddesinde yaşama hakkına güvence getirmiştir. Maddeye göre, “Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.” Bildirgenin 23. maddesinde uygun iş tanımı yapılmıştır. Maddede herkesin işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma”, ayrımcılığa uğramadan “herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit” ücret istemeye, “kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilmeye hakkı” bulunduğu vurgulanmıştır.

Bildirge, 22. maddesine risklerin gerçekleşmesi olasılığına karşı sosyal güvenlik hakkını tanımış, sosyal güvenliğin öznesini ayrımsız herkes olarak belirleyip, “Herkes toplumun bir ferdi olarak Sosyal Güvenlik Hakkı‘na sahiptir” demiştir. Bildirgenin 25. maddesi ise, her kişi ve ailesinin karşılaşacağı sosyal riskler nedeniyle yoksunluk yaşadığı tüm hallerde sosyal güvenlik hakkıyla korunma hakkı bulunduğunun altını çizmiştir.

Bildirgenin anılan maddelerinin birlikte değerlendirilmesinden, işçi sağlığı iş güvenliği aracılığı ile, çalışanların sağlığının korunduğu bir işte çalışma haklarının temel bir insan hakkı olduğu sonucu çıkmaktadır. Çalışma hakkının gerçekleşmiş olduğundan söz edebilmek için çalışanların sağlıklarının korunduğu iş ortamının yaratılmış olması bildirgeye göre zorunludur.

BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde İş Sağlığı ve Güvenliği

BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi, çalışma hakkını “adil ve uygun bir işte çalışma” olarak ele almıştır. Sözleşmeye göre “Çalışma hakkı, herkesin kendi seçtiği ve girdiği bir işte çalışarak geçimini sağlama imkanına ulaşma hakkını da içerir.”(md. 5) Adil çalışma koşullarından söz edebilmek için, herkes için asgari bir gelirin sağlanması, her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırıldığı koşullarda eşit işe eşit ücret verilmesi, herkes için kendisi ve ailesi için “nezih” yaşam koşullarının sağlanması ve “güvenli ve sağlıklı çalışma şartları” zorunludur.(md. 7).

Sözleşmenin 11. maddesine göre, sözleşmeye taraf devletler herkese kendisi ve ailesi için “yeterli beslenmeyi, giyinmeyi, barınmayı ve yaşama koşullarının sürekli olarak geliştirilmesini de içerir” şekilde yaşam standardı sağlamakla yükümlüdür.

Sözleşmesin sağlık hakkını düzenleyen 12. maddesi sağlık hakkını “herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkı” olarak tanımlamıştır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi için taraf devletlere düşen yükümlüklerden birisi ise, “çevre sağlığını ve sanayi temizliğini her yönüyle ileriye götürme” görevidir.

Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (GGASŞ)’nda İş Sağlığı ve Güvenliği

Gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı, genel ilkeleri belirlediği birinci bölümünde, adil, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olmanın tüm çalışanların hakkı olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca, tüm çalışanların adil bir ücret, ulaşılabilecek en yüksek sağlık düzeyinden yararlanma, işletmede bilgilendirilme ve danışılma, çalışma koşullarının ve çalışma ortamının düzenlenmesine ve iyileştirilmesine katılma hakları vardır. Kendilerine zarar veren eylemlere karşı korunma işletmelerde çalışan temsilcilerinin hakkıdır.

Sosyal Şart’a göre, sözleşmenin tarafları adil çalışma koşulları yaratma taahhüdü altındadırlar. İşçi sağlığı iş güvenliği açısından Sosyal Şartın “Güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkı” başlıklı 3. maddesi önemlidir. Maddeye göre;

Akit Taraflar, işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olma hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak üzere;

  • İş güvenliği, iş sağlığı ve çalışma ortamı hakkında tutarlı bir ulusal politika oluşturmayı, uygulamayı ve bunu belli aralıklarla gözden geçirmeyi, bu politikanın temel hedefi, iş güvenliği ve iş sağlığını iyileştirmeyi ve özellikle çalışma ortamının doğasından kaynaklanan tehlike sebeplerini en aza indirmek yoluyla, çalışma sırasında ortaya çıkan ya da bununla bağlantılı olan hastalıkları ve kazaları önlemeyi;
  • Güvenlik ve sağlık alanlarında yönetmelikler hazırlamayı;
  • Denetim yoluyla bu yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamayı;
  • Tüm çalışanlar için, aslen koruma ve danışmanlık işlevlerine sahip iş sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesini desteklemeyi; taahhüt ederler.

Görüldüğü gibi sosyal şartla birlikte, işçi sağlığı iş güvenliği konusunda tutarlı ve uygulanabilir ulusal bir politika oluşturma, bu politikaları sürekli geliştirerek işçi sağlığı iş güvenliğini iyileştirme, bu amaca uygun yasal mevzuat oluşturma uluslararası bir yükümlük haline gelmiştir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri’nde İş Sağlığı ve Güvenliği

İşçi sağlığı iş güvenliğinin konusunu oluşturan, meslek hastalıkları ve kazalardan korunma gereği öncelikle ILO Anayasasının Başlangıç metni, içerisinde yer almıştır. “ILO Anayasasının” Başlangıç “metni,” işçilerin genel veya mesleki hastalıklarla işten kaynaklanan kazalara karşı korunması” gereğini vurgular. İş sağlığı ve güvenliği konusunu doğrudan veya dolaylı bir biçimde ilgilendiren sözleşme ve tavsiyeler, tüm ILO normları arasında çok önemli bir sayıya ulaşmıştır”

ILO sözleşmelerinin bir kısmı sektör ayrımı yapmaksızın işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin ilkesel kuralları belirleyen sözleşmelerdir. Bir diğer grup ILO sözleşmesi ise riskin büyük olduğu sektörlere özel olarak alınması gereken önlemleri belirlemek için kabul edilmiş sözleşmelerdir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nde İş Sağlığı ve Güvenliği

Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi yaşama hakkını, 8. maddesi ise özel hayatın ve aile hayatının korunmasını düzenlemiştir.176 AİHM işçi sağlığı iş güvenliğine ilişkin uyuşmazlıkları bu iki maddeye dayanarak çözüme kavuşturmuştur.177 Bu iki hükmü somut uyuşmazlığa uygulayan AİHM, Norveç ve Malta devletlerinin sorumluluğuna karar vermiştir. Kararlara göre;

Vilnes ve diğerleri v. Norveç kararında (2013), Kuzey Deniz’inde derin deniz dalgıcı olarak çalışanlar, karara konu olaydaki faaliyetlerindeki hızlı dekompresyonlar sebebiyle ciddi sağlık problemlerine maruz kalmışlardır(akciğer kanseri, duyma bozukluğu gibi). Başvurucular çalışma koşullarında güvenlik eksikliği olduğunu ve koşulların sağlıklarını tehlikeye attığını iddia etmişlerdir. Her ne kadar özel sektörde çalışmış olsalar da Norveç Devleti’nin sorumluluğu güvenlik önlemlerinden muafiyet noktasında şirketlere geniş yetkiler verdiği ve maliyeti düşürmek için daha düşük dekompresyon süresi kullandıkları ve müfettiş denetimlerinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir. Mahkeme burada dekompresyon tablolarının standart hale getirilmesini takiben daha az vurgun olduğunu tespit etmiştir.

Buna göre, eğer Norveç tablolara daha önce müdahale etseydi sağlığa yönelik risk gerçekleşmeyecekti. Mahkeme Devletin bireylerin yaşamlarına ilişkin riski değerlendirebilmeleri sağlayacak gerekli bilgiler temin etme yükümlülüğü olduğunu belirtmiş ve 8. maddeden ihlal bulmuştur. Yine Mahkeme, Malta’ya karşı başka bir davada da gemi bakım ve tamiri için çalışan başvurucuların asbeste maruz kalmaları ve bu konuda devletin herhangi bir bilgilendirme yapmaması gerekçesiyle, 8. madde kapsamında ihale karar vermiştir. Bu davada da Sözleşme’nin 2. ve 8. maddesi altında kişilerin sağlığını olumsuz etkileyecek riskler hakkında bilgilendirme yapma yükümlülüğü kapsamında Devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesinden ihlal kararına varmıştır.

Anayasa’da İş Sağlığı ve Güvenliği

İşçi sağlığı iş güvenliği alanı temel hak ve özgürlükleri ilgilendirdiği için Anayasa’nın birçok maddesi işçi sağlığı iş güvenliğinin hukuksal dayanağını oluşturmaktadır. Anayasa’nın 2. maddesi devletin nitelikleri arasında sosyal hukuk devletini saymıştır. Devletin amaç ve görevlerini belirten 5. madde de ise sosyal devletten ne anlaşılması gerektiği vurgulanmıştır.

1982 Anayasası’nın 5. maddesi de devletin temel görevlerini sayarken, “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya” çalışmayı da bir görev olarak belirlemiştir.179 5. maddenin gerekçesinde, “Devlet, ferdin hayat mücadelesini kolaylaştıracaktır. Ferdin insan haysiyetine uygun bir ortam içinde yaşamasını gerçekleştirecektir. Bu sosyal devletin görevidir” denilmiştir.

Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı anayasanın 17. maddesinde, çalışma hakkı, 49. maddesinde, herkesin sağlığına ve cinsiyetine uygun işte çalıştırılmayı kabul etmeme hakkı Anayasa’nın 50 maddesinde, sağlık hakkı Anayasa’nın 56. maddesinde güvence altına alınmıştır.

Konuyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi (AYM), işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin alınmasına ilişkin hükümleri Anayasa’nın değişik maddeleriyle ilişkilendirmiştir. AYM’ne göre işçi sağlığı iş güvenliğini ilgilendiren Anayasa maddeleri özetle şöyledir;

Anayasa’nın 17. Maddesinde “herkesin, yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.”

“Kişinin yaşam hakkı ve maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan vazgeçilmez devredilmez haklardandır.”

Devlet, bireylerin yaşamlarına saygı göstermek, bireyleri, “gerek üçüncü kişilerden ve gerekse sorumluluğunda bulunan personelin eylemlerinden kaynaklanan risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır.”

Anayasa’nın 49. maddesinde çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu belirtilmiştir

Devlet, çalışma hayatını geliştirmelidir. Ekonomik önlemler alarak çalışanları korumalı, çalışanların insan onuruna uygun bir yaşam sürdürmelerini sağlamalıdır.

“Devlet, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak” zorundadır.

Devlet, çalışma yaşamını denetleyecek, işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam yaratacaktır.

Çalışma barışını sağlamak için gerekli önlemleri almak devletin görevidir.

Devlet, “çalışanların güvenli ve sağlıklı bir iş ortamında çalışmalarının temin edilmesini” sağlamak zorundadır.

Devlet, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerini belirlemek ve bunları yaşama geçirmek zorundadır.

Bu hükümlerle devlet, sosyal hakları yararlanabilir kılma yükümlülüğü altına girmiştir. Somut olarak söylemek gerekirse, devletin yükümlülüğünün iki boyutu vardır. Birincisi, sosyal hakları var etmek; ikincisi de, var olan bu haklardan herkesin eşit bir şekilde yararlanmasını olanaklı kılmaktır. Anayasa’da tanımlanmış bir sosyal hakkı hangi gerekçe ile olursa olsun var etmeyen, var olan bir haktan herkesin eşit ve etkin bir şekilde yararlanma olanağını yaratmayan devlet, bu yükümlülüklerinden ikisi ya da ikisinden birini yerine getirmemekten dolayı sorumlu olacaktır.

6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası

İşçi sağlığı iş güvenliği konusunda ilk özel yasamız olan 6331 sayılı Yasa beş bölümden oluşmuştur. Birinci bölümde, yasanın amacı, kapsamı ve yasaya hakim terminoloji belirtilmiştir. Yasa ikinci bölümde işverenlerin ve çalışanların yükümlüklerine, görev ve yetkilerine yer vermiştir. İşçi sağlığı iş güvenliğinin kurumsal yapısına ilişkin hükümler yasanın “Konsey Kurul ve Koordinasyon” başlıklı üçüncü bölümünde yer almıştır. Dördüncü bölümde yasanın uygulanıp uygulanmadığının denetiminin nasıl yapılacağı, yasaya uygulamamaktan doğan idari yaptırımların neler olduğu gösterilmiştir. Yasa beşinci ve son bölümde “Çeşitli ve Geçici Hükümler” başlığı altında uygulamaya ilişkin hukuki usulü ve yürürlüğe ilişkin konuları ele almıştır.

6331 sayılı Yasa amacını, üç ana konu üzerinden belirlemiştir. “İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması” Yasa’nın ilk amacıdır. Bir anlamda bu adım işçi sağlığı iş güvenliğinin kurulması aşamasıdır. Yasa’nın ikinci amacı ise “mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi”dir. Yasa’nın bu amacı, işçi sağlığı iş güvenliği kurallarının dinamikliğine işaret etmektedir. Yasanın üçüncü amacı ise ilk iki amacın gerçekleştirilmesi için işverenler ve çalışılanlara düşen görevlerin, yetkilerin, sorumlulukların, haklar ve yükümlülüklerin düzenlenmesi ve belirlenmesidir. 6331 sayılı Yasa’nın 1. maddesine göre;

“Kanunun amacı; işyerlerinde işsağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir.”

Amaç maddesinde belirtilen açık ifadeden de anlaşılacağı gibi, Yasa’da yer alan, yer almasa da ileride yapılacak tüm düzenlemeler, işyerlerinde ya işçi sağlığı iş güvenliğinin kurulmasına ya da var olan koşulların iyileştirilmesine hizmet ettiği sürece Yasa’nın amacıyla uyumlu olacaktır.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası

Türk sosyal güvenlik sistemini 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası şekillendirmiştir. 5510 sayılı Yasa risklere göre sigorta kollarını kısa ve uzun vadeli sigorta kolları olarak saptamıştır. Ayrıca genel sağlık sigortası başlığı altında hastalık ve kaza hallerinde yapılacak önleyici, tedavi edici ve rehabilite edici hizmetleri belirlemiştir.

İş kazası ve meslek hastalıkları sosyal riskler arasında yer aldıkları için aynı zamanda sosyal güvenlik hukukunun konusudur. 5510 sayılı Yasa iş kazası ve meslek hastalıklarını kısa erimli sigorta kolları arasında saymıştır. 5510 sayılı Yasa iş kazasını 13. meslek hastalıklarını 14. maddesinde tanımlamıştır. İş kazası ve meslek hastalıkları halinde sigortalıya sağlanacak yardımları ise 16. maddesinde belirlemiştir. Maddeye göre “iş kazası veya meslek hastalığı sigortasından sağlanan haklar şunlardır:

  • Sigortalıya, geçici iş göremezlik süresince günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi.
  • Sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanması
  • İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine gelir bağlanması.
  • Gelir bağlanmış olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi.
  • İş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölen sigortalı için cenaze ödeneği verilmesi.

5510 sayılı Yasa’nın 60 ve devamı maddelerinde düzenlenen genel sağlık sigortası hükümlerine göre de iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle yaralanan sigortalıya tedavi hizmetleri verilecektir.

Önemle vurgulamak gerekir ki, 5510 sayılı Yasa açısından iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından yaralanmak prim veya sigortalılık süresi koşullarına bağlanmamıştır. Sigortalılığı doğuran ilişkinin fiilen başlaması ve Yasa’da tanımlandığı şekilde iş kazası ve meslek hastalığının gerçekleşmesi, iş kazası ve meslek hastalıklarından sağlanan hakların devreye girmesi için yeterlidir. Sigortalının kayıt dışı çalıştırılmış olması, kayıtlarda sigortalı olarak gösterilmemiş olmasının da bir önemi yoktur.

Ne var ki, 5510 sayılı Yasa 23. maddesinde kuruma bildirilmeden veya iş kazası meslek hastalığından sonra bildirilen sigortalılara iş kazası, meslek hastalığı ve genel sağlık sigortasından yapmış olduğu yardımların, gelir bağlanmışsa gelirin ilk peşin sermaye değeri tutarının kusur durumuna bakmaksızın işverenden geri istenebileceğini hüküm altına almıştır.

Ayrıca 5510 sayılı Yasa işverenin işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerini Yasa’da belirlenen şekillerde almaması durumlarını özel olarak düzenlemiştir. 5510 sayılı Yasa’nın 21 maddesine göre “iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu” meydana gelmişse işveren kurumun sigortalıya sağladığı hakların bir kısmını geri ödemek zorundadır.

6098 Sayılı Türk Borçlar Yasası

Sanayi Devrimini gerçekleştirmiş ülkelerde iş kazaları sonucu işverenin hukuki sorumluluğunun kabul edilmesi 19. yüzyılın sonlarına doğru çıkartılan yasalarla olmuştur. “1883 tarihli İtalyan, 1884 Alman, 1894 Norveç, 1897 İngiliz, 1898 Fransız ve Danimarka, 1903 Belçika ve Hollanda Yasaları” hukuki sorumluluk ilkesinin mesleki risk alanına uygulanması esasını benimseyen yasal düzenlemelerin ilk örnekleridir. 3 İş kazalarından işverenin sorumlu olduğunun kabul edilmesi, bu sorumluluğun tazminata bağlanması, kuşkusuz 19 yüzyıl sonları için önemli gelişmelerdir. 19. yüzyıl sonları için önemli olan bu gelişmeleri günümüz açısından yeterli görmek ise olanaklı değildir.

5247 Sayılı Türk Ceza Yasası

İş kazası ve meslek hastalığına bağlı olarak yaşanan yaralanma ve ölümler ceza yasası açısından suç oluşturmaktadır. İş kazalarından doğan cezai sorumluluğun temeli kusur esasına dayanmaktadır.

Ceza hukuku açısından bir eylemin suç olarak kabul edilmesi için gerekli unsurlar vardır. Bu unsurlar çok özet olarak suçun maddi ve manevi unsurları olarak ayrılırlar. Suçun maddi unsurunda eylem, fiil odaklı bir araştırma yapılır. Manevi unsurda ise eylemi gerçekleştirenin iradesi üzerinde durulur.

Bir eylemin, (ceza hukuku terminoloji ile fiilin), suç oluşturabilmesi için, ceza kanundaki tanıma uygun olması zorunludur. Bu zorunluluğa ceza hukukunda kanunilik ilkesi denilir. Ancak, eylemin suç olarak kabul edilebilmesi için ceza yasasındaki tanıma uygun olması yetmez. Suçun manevi unsurunun da gerçekleşmiş olması gerekir. Suçun manevi unsuru ise kast ve taksirdir.

Ceza yargılaması açısından esas tartışma konusu işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun taksire mi yoksa bilinçli taksire mi dayandırılacağına ilişkindir. Doktrindeki bir görüşe göre işyerlerinde gerçekleşen birçok kaza işverenler tarafından kolaylıkla öngörülebilecek basit mahiyetteki kazalardır.

Diğer bir görüş ise somut olayın özelliğine göre işverenin kazayı öngörebileceği olaylar ile sınırlı bir şekilde bilinçli taksiri kabul etmektedir. Bir üçüncü seçenek olarak özellikle ölümlü iş kazalarında kasten öldürmenin ihmali davranışla gerçekleşmesi (olası kast) halini düzenleyen TCK’nın 83. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağını da artık tartışmanın zamanı gelmiştir.

Sonuç

Çalışma anayasa gibi temel hukuki metinlerde bir hak ve ödev olarak tanımlanmaktadır. İnsanın yaşamını sürdürmesi için gelire, gelir elde edebilmek için işe, iş için mesleğe gereksinimi olduğu kabul edilmektedir. Bu kabulün sorunsuz bir şekilde yaşamın içerisinde var olabilmesi ise, üretim sürecinin devamlılığı kadar çalışanın çalışma güç ve yeteneklerini kaybetmemesi, en azından doğal yaş sınırına kadar üretebilir durumda olmasını gerektirmektedir.

İş hukuku alanında işçinin korunması, çalışma koşullarının en alt sınırını belirleyen bireysel iş yasalarını ve işçilerin çalışma koşullarını düzeltmek için kendi seçtikleri yollarla haklarını arama biçiminin temeli olan “kendi kendine yardım ilkesi” doğrultusunda örgütlenme haklarını güvence altına alan kolektif iş hukuku aracılığıyla gerçekleşir.

Buna göre;  Türkiye’de İş Sağlığı ve Güvenliği sisteminin yaşama geçirilmesi amacıyla oluşturulan mevzuat, yasa, yönetmelik ile sistemin etkilendiği diğer sistemler, işçi sağlığı-iş güvenliği kurallarının yaşama geçirilmesini sağlayacak yeterlikte ve yetkinlikte maalesef değildir. İş Hukukunun daha aktif bir şekilde hayata geçirilmesi önem taşımaktadır.

Kaynaklar;

NİG Akademi İSG Komitesi (Hüseyin KARACA, Arif Efler)

OSGB Hizmeti

OSGB Hizmetleri ile Türkiye'nin her bölgesinde profesyonel İş Sağlığı ve Güvenliği hizmetlerini NİG Akademi güvencesi ile % 100 güvenle alabilirsiniz.

1 Yorum

  1. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Tarihsel Gelişimi | OSGB Hizmeti
    18 Aralık 2021

    […] anlamda iş sağlığı ve iş güvenliği olarak sayılabilecek çalışmalar ilk olarak eski Roma’da gözlemlenmiştir. Bu dönemde […]

Yorum Yap